top of page

Samuel Beckett

   Bir Kahin miydi?

*

beckett.jpg

Prof: Dr. Semih Çelenk

           Kahinleri gaipten haberler alan ve bu haberler yoluyla geleceÄŸi öngören insanüstü yaratıklar olarak biliyoruz. Aldıkları ve ilettikleri mesaja ise “kehanet” ya da “öngörü” diyoruz. Ayrıca kahinlerin bu mesajları aldıkları yerin de özel bir önemi var. Eski Yunanlılar tıpkı çaÄŸdaÅŸları diÄŸer insanlar gibi, tanrılardan belli yerlerde, belli insanların mesaj aldıklarını varsayıyorlardı. Tanrılar bu mesajlarında gelecekle ilgili olacakları bildiriyorlar, bir bakıma insanları uyarıyorlardı. Ve bunu belli insanlar,  rahipler, tanrı haberc ileri aracılığıyla yapıyorlardı.

            Delphi’deki Apollon tapınağı da bir yer çatlağının hemen yanında kurulmuÅŸtu. Söylentiye göre buradan yayılan metan gazının solunması insanda geçici bir sarhoÅŸluk yaratıyordu. İşte Delphi tapınağındaki biliciler de bu gazın etkisiyle, adeta baÅŸka bir boyuta giderek, kehanetlerde bulunuyorlardı. Kahinler çok özel yerlerde, çok özel zamanlarda aldıkları mesajları söz ya da yazı yoluyla insanlığa duyuruyorlar. İnsanların gelecekleri ile ilgili kötülüklerden sakınmaları ya da daha az etkilenmeleri için onları uyarıyorlardı.

            En genel anlamıyla “entelektüel”i ve “sanatçı” yı da içinde bulunduÄŸumuz ve gelecekte olan felaketlerden bizi haberdar eden, öngören kiÅŸi olarak tarif edebiliriz belki ama, kimi sanatçılar ve entelektüeller sadece içinde bulunduÄŸumuz durumu tarif etme, anlaşılır kılma görevini görürken kimi büyük sanatçıların, bugünden hareketle bir “kehanet” sanatı yaptıklarını söylemek yanlış olmaz.

            Kafka’yı böyle görebiliriz. Shakespeare’i böyle görebiliriz.

            Samuel Beckett de iÅŸte o kahin sanatçılardan biriydi.

            Neleri mi öngördü?

            İletiÅŸimsizlik, MekansızlaÅŸma, Logosentrizm, Anlamın Kaybolması, Rastlantısallık, Bilinmezlik, TerkedilmiÅŸlik, KötürümleÅŸme, Odaksızlık, YabancılaÅŸma, Ölüm Duygusu, VaroluÅŸ Kaygısı, Terör vb.

            Beckett’in bu yaklaşımının temelinde dünyayı iki farklı biçimde ama “anlam”lı biçimle açıklayan “akılcı” ve “kutsal” paradigmaların iflas ettiÄŸini düÅŸünmesi yatıyordu. Bilim de din de dünyayı “bilinebilir” olarak algılarlar. 1931 yılında yazdığı Proust önsözünde “hakikat”ın anlamlı tasarımdan yoksun bir devinim, fenomenin geliÅŸigüzel bir devamlılığı” olduÄŸunu söylemektedir. Bu hakikatı kabul etmek için amaç ve anlamdan uzak insan varoluÅŸunu onaylayan bir düzensizlik gerekmektedir. Bu “varlığın ızdırabı”dır ve bizim “varoluÅŸsal kaderimiz”dir. Bundan ötürüdür ki, Beckett dünyası, hiçbir tanrı fikrine ya da rasyonel bir anlama gönderme yapmaz.

            21.yüzyılın bu ilk çeyreÄŸinde bize hiç de yabancı olmayan, hatta giderek taraftar bulan bu düÅŸüncenin, içinde yaÅŸadığımız hayatı ve dünyayı tanımlamada bizim için oldukça “gerçekçi” bir yaklaşım olduÄŸunu kabul edebiliriz.

            İşte Beckett, bugün için hiç de yabancı olmadığımız bu bakışı, 1950’lerden baÅŸlayarak 80’lerin sonuna kadar verdiÄŸi yapıtlarıyla yansıtmaya çalıştı. Beckett’in ölüm tarihinin “modern dünya algısı”nın bir anlamda bitimi diye adlandırabileceÄŸimiz, soÄŸuk savaÅŸ bitimine, 1989 yılına rastlaması da ilginçtir.

            Oyunlarının çoÄŸunu 1950’li yıllarda yazan Beckett birçok araÅŸtırmacıya göre İkinci Büyük SavaÅŸ’ın etkilerini sahneye taşımıştır. Bir anlamda II.SavaÅŸ’ın doÄŸurduÄŸu bir yazardır denilebilir. Absurdist yazarların çoÄŸu da onun izleklerinden yola çıkan ve bu dünyayı ve yaÅŸamı akıl almaz ve tanımlanamaz bir yer olarak tarif eden yazarlardı. Kimisi bunu simgesel anlamlarla süsleyerek, kimisi ise ele aldığı anlaşılmaz dünyayı ve insan iliÅŸkilerini bizzat oyunların yapısına da yansıtarak ortaya çıkarttı. Ionesco’nun, Pinter’ın, Adamov’un aksine Beckett’in dünyası, sahne üzerinde varolan ve hiçbir biçimde gündelik hayata gönderme yapmayan bir oyun dünyasıydı. KiÅŸiler ve mekanlar özel olarak yaratılmışlar ve varolmuÅŸlardı. KiÅŸilerin sosyolojik ve psikolojik kökenleri ve tutarlıkları söz konusu edilemezdi.

            Peki Beckett’in çok önceden öngördüÄŸü bu “hakikat” biçimi onun oyunlarında hangi görünümlerle ortaya çıktı ve bu görünümler bugünün dünyasında nelere denk gelmektedir? KuÅŸkusuz ki bunların başında “mekan” algısını koyabiliriz.

            ÖrneÄŸin, Waiting for Godot’da mekan “bir taÅŸra yolu, bir aÄŸaç ve bir akÅŸam” olarak tanımlanmıştır. Birçok oyununda ise son dönem “minimalist” oyunlarında ağırlıklı olmak üzere, mekan karanlık sahne üzerinde aydınlatılmış, ışıkla oluÅŸturulmuÅŸ, gerçekçi bir çevre tasarımının olmadığı herhangi bir “alan”dır. ÖrneÄŸin, Krapp’s Last Tape, Footfalls, Rockaby, That Time, Not I oyunlarını bu türden mekan kullanımına örnek verebiliriz. Onun oyunları sahneye taşınırken herhangi bir gerçekçi mekan tasarımı yapmak mümkün deÄŸildir. Bunlar “kurgu mekan”lardır ve herhangi bir “gerçeklik” çaÄŸrışımı yapmazlar. Buna çok rahatlıkla “rüyasal mekan” bile diyebiliriz. O mekan kendi gerçekliÄŸini yaratır ve kendi gerçekliÄŸi içinde varolur. Beckett sahneleme aÅŸamasında mekanı gerçekçi mekandan yola çıkarak tasarlamak ya da gerçeklik çaÄŸrışımını vermeye çalışmak boÅŸuna bir çabadır ve yanlış bir yaklaşımdır. Beckett bunu yaparken, geliÅŸmiÅŸ sahne ışıklamasından ve sinemasal anlatımdan da yararlanır. Daha sonra filme çekilen Beckett oyunlarının nasıl da sinematografik olduÄŸu bunun kanıtıdır. Kimi zaman bir insan yüzü, kimi zaman bir ağız sahnede görünen tek ÅŸey olabilir.

            Beckett’in bu kurgusal evren ya da kurgusal mekan oyunlarının yazılmasından onlarca yıl sonra “Matrix” benzeri filmlerin ya da simulatif “mekan” oyunlarının ortaya çıkması, kurmaca mekan ve kurmaca evren konusunda nasıl bir kahin olduÄŸunun göstergesi sayılabilir.

            Absurdist yazarların çoÄŸu ve baÅŸta Beckett dil’in iletiÅŸimi saÄŸlayan deÄŸil tersine iletiÅŸimsizliÄŸi getiren, iletiÅŸimsizliÄŸi perçinleyen bir etmen olduÄŸunu ileri sürmüÅŸler ve oyunlarında dili bu ÅŸekliyle kullanmışlardır. ÖrneÄŸin Lucky karakteri metin boyunca sadece efendisinin emirlerini yerine getirmek için konuÅŸur. Yine Happy Days’te Winnie’nin Willie’yle konuÅŸması da kurgusaldır ve diÄŸer kiÅŸi ne cevap verirse versin Winnie kendi kurgusunda konuÅŸmayı sürdürür. Bugün “küresel” köyümüzde dillerin birbiri içine geçiÅŸi ve İngilizce eksenli, bir yeni dilin, ikonik ve özel dilin ortaya çıkmasında da Beckett’in oyunlarını bir “kehanet” sayabiliriz rahatlıkla. İnternet’te özellikle de chat programlarında kullanılan dil, bir metin gibi algılandığında gerek kullandığı ikonik biçimler gerekse konuÅŸmaların zaman zaman birbirinden önce ya da sonra gelmesiyle oluÅŸan anlamsızlıklar zincirinden ötürü, bugün iletiÅŸimde yoÄŸun olarak kullandığımız bir “dil”in nasıl absürd bir tiyatro metnine benzediÄŸi bizi ÅŸaşırtacaktır.

            Mekan ve dil olgusuna baÄŸlı olarak, Absurdist tiyatronun gündeme getirdiÄŸi ve bugün yoÄŸun biçimde yaÅŸadığımız, “yersizlik”, “sürgünlük”, “göçmenlik”, “köksüzlük” kavramlarına gelmek istiyorum.

            İki büyük Absurdist yazarın da “göçmen” olduklarını biliyoruz.

            Beckett Fransa’da yaÅŸayan bir İrlandalı, Ionesco yine Fransa’da yaÅŸayan bir Romanyalı’ydı.

            Mekan bilincinin kaybolması ve sahne üzerindeki karakterlerin kendilerini sürgünde, yabancı olarak görmeleri ve hissetmeleri her iki yazarın karakterlerinin temel noktaları sayılır. Mekanda bir netlik olmadığı gibi, o mekan içinde devinen kiÅŸinin de o mekanla iliÅŸkisinde bir güvensizlik vardır. Bugünün dünyasına baktığımızda gerek ekonomik gerekse siyasal nedenlerle insanların kendi anavatanlarından hiç tanımadıkları bilmedikleri yerlere göç ettiklerini ve burada güvenlikten uzak bir yaÅŸama savaşı verdiklerini görüyoruz. Yine internet’in de herkese ait ama herkesin yabancı olduÄŸu bir mekan olduÄŸunu ve dolayısıyla kullanan tüm insanlarda “göçmenlik” duygusu uyandırdığını ekleyebiliriz.

            Mekan algısındaki deÄŸiÅŸikliÄŸin ve göçmenlik durumunun bugün çağımıza yön veren iki olgu olduÄŸunu teslim etmeliyiz. Modern batı toplumlarının “yurttaÅŸlık” temelinde oluÅŸturduÄŸu paradigmanın çökmesi ve bugün ABD dahil birçok batı ülkesinde “dinsel” ya da “etnik” temelde yaÅŸanan ayrışmalar, göçmenlerin hiçbir zaman “oralı” olamayacağının göstergesi sayılabilir. Bugün ırklar, dinler ve uluslar arası evliliklerle ve doÄŸumlarla evrilen melezlik hali de, aynı biçimde “aidiyet” duygusunu zayıflatmakta ve modern dünyanın tanımladığı bireyi boÅŸlukta bırakmaktadır. 90’lı yıllarda Kanada’da bir hastanenin kapısında dayak yemiÅŸ olarak bulunan, hiç kimsenin tanımadığı, bilincini kaybetmiÅŸ Mr.Noname’in yaÅŸadıkları tipik bir Beckett oyunu gibidir. Amnezi hastası bu adam kimliÄŸi ve kim olduÄŸu belli olmadığı için aylarca hastanede kalmış, sınırdışı edilememiÅŸ, çözülemez bir sorun haline gelmiÅŸti. Absürd tiyatrodaki güvensiz, ruhsal anlamda kendini göçmen hisseden bireyin tarifini de bir öngörü, bir kehanet sayabiliriz bu anlamda. Bu gün çokça tartışılan kimlik sorununun da Beckett’in oyunlarında izlerini bulmamız mümkündür.

            20.Yüzyılı büyük bir “yabancılaÅŸma” çağı olarak biliyoruz. Tekelci kapitalizmin insanın doÄŸasında ve insan iliÅŸkilerinde yarattığı çöküntünün bir yansıması olarak görülen yabancılaÅŸma farklı biçimlerde görülebiliyor. “İnsanın kendine, emeÄŸine, sevgisine, acısına, mesleÄŸine, ölüme vb.yabancılaÅŸması” diye farklı yabancılaÅŸma biçimlerini sayabiliyoruz. Absurdist dramın ya da özelde Beckett’in oyunlarında bu yabancılaÅŸmayı katmerlenmiÅŸ biçimiyle sunduÄŸunu ve bu yabancılaÅŸmanın giderek anlamsız bir uyumsuzluÄŸa dönüÅŸtüÄŸünü ve varoluÅŸu anlamsız hale getirmeye baÅŸladığını tesbit edebiliyoruz. Yine bugünün dünyasında insanın ruh halinin ve davranışlarının, iliÅŸkilerinin katmerlenmiÅŸ bir yabancılaÅŸmayı her gün önümüze koyduÄŸunu ve bunun da insanda varoluÅŸa ve geleceÄŸe iliÅŸkin insani umutları yok ettiÄŸini görebiliyoruz. Bugün yaÅŸanan yabancılaÅŸma tıpkı Beckett’in oyunlarında sunduÄŸu gibi tarifi olanaksız, anlamsız bir yabancılaÅŸma ve uyumsuz- kaotik bir dünya tasarımı getiriyor beraberinde.

            Tüketim ekonomisinin boyunduruÄŸunda kalmış ve kendisini sürekli aldığı mallarla tarif eden bireyin, varoluÅŸ çabası ne kadar da absürd bir dramın konusuna benziyor deÄŸil mi? Elindeki süpermarket arabasıyla marketin içinde dolaÅŸan ve eline gelen her ÅŸeyi sepetin içine atan sonra ise kasanın yanında parası yetmediÄŸi için, kimilerini bırakan,  sadece kimi malları market içerisinde arabasında gezdirme ve dolayısıyla da varoluÅŸ hazzını yaÅŸama mutluluÄŸuna eriÅŸen birey,  bir absürd oyundan kopup da gelmiÅŸ gibi gözükmüyor mu size?

            1990’ların başında Paris’te aynı apartmanda karşılıklı dairelerde oturdukları halde hiç merhabalaÅŸmayan bir kadın ve erkek, chat programında tanıştılar, birbirlerini sevdiler ve evlenmeye karar verdiler. GeçtiÄŸimiz günlerde yerel bir gazetede bilgisayara çok meraklı bir aileyle yapılmış bir söyleÅŸi vardı. FotoÄŸrafta anne-baba ve çocuk evin oturma odasında, üçü de bilgisayar masalarının başında oturuyorlardı. Size her ikisi de absürd bir oyun gibi gelmiyor mu?

            21.yüzyılın modern insanı, göçmen bir ruh hali taşıyan, köksüz, yabancılaÅŸmış ve iletiÅŸimsizlik saÄŸlayan ikonik bir dil ile konuÅŸan bir bireydir. Bilgisayarın başından ticaret yapan, konuÅŸan, sipariÅŸ veren, sanal seks yapan, kumar oynayan birey, Happy Days’deki Winnie’ye ne kadar benziyor deÄŸil mi?

            Beckett Happy Days’de Winnie karakteriyle sadece bedensel deÄŸil ruhsal anlamda da kötürümleÅŸmiÅŸ ama bunun ayırdında olmayan bireyin durumunu somutlaÅŸtırıyordu. Rockaby’deki karaktelerin durumu da benzerdir. Bugün, ruhsal kötürümleÅŸme bedensel kötürümleÅŸmeyi de getirmiÅŸ görünüyor ve hareketsizlikten oluÅŸan rahatsızlıklar ve obezite modern bireyin en büyük rahatsızlıklarının başında geliyor.

            Happy Days 1961 yılında yazılmıştır. Winnie ‘nin bütün hayatı çantasının içindedir. Unutmayalım ki, 1970’lerde yayımlanan Uzay 1999 adlı dizide bilgisayarlar bir oda büyüklüÄŸündeydi ve delikli küçük kağıtlarla kaydedilmiÅŸ bilgileri verebiliyordu bize ve biz buna ÅŸaÅŸkınlıkla bakıyorduk. Beckett öldüÄŸünde bizler en fazla 8 ya da 16mb RAM ve 40-160 MB hafızalı bilgisayarları sadece yazı yazmak ve veri depolamak için kullanıyorduk. Internet yaygın bir iletiÅŸim aygıtı olarak tüm yaÅŸantımızı etkilemiyordu. Beckett bir kahindir.

            “Footfalls”, “Quad” ve “Act Without Words” te figürler belli minimal hareketleri tekrar ederler. Chaplin’in Modern Times’ında olduÄŸu gibi.

            Bugün, çaÄŸdaÅŸ tiyatronun önemli bir kolu olarak saydığımız multi-disipliner “Performans Sanatı” ve “Grafik Tiyatro” ya da “Teatral Enstalasyor” olarak adlandırabileceÄŸimiz insan ögesini ve hikayeyi ortadan kaldıran tiyatro biçimleri içinde yapılan denemelerin de Beckett’in minimalist oyunlarında denediklerinin bir devamı olduÄŸunu görebiliriz. Örnekse, “That Time”, “Not I” ve “Breath” adlı oyunları.

Bugünün tiyatrosu öyküden sıyrılırken, kimi sanatçılar ise öyküyü bir gereklilik olarak görmüyorlar. Beckett de öyküsüzlüÄŸü ve sahnede minimal hareket ile minimal görüntüyü önemsiyordu. Birçok oyununda hareket ve sözün en aza indirgendiÄŸi hatta Breath adlı oyunda neredeyse tamamen yok olduÄŸunu görüyoruz.

            Son dönem minimalist oyunları 80’lerden sonra tüm dünyayı saran Performance Art’ın ya da Conceptual Art’ın bir parçası gibidir sanki. Evet, Beckett sanatsal biçimlerdeki tüm avangard denemeleri adeta bir oyun yazarı deÄŸil de bir pratisyen olarak öngörmüÅŸtür, denemiÅŸtir. Oyunlarının birçoÄŸunu da aynı zamanda sahneleyen Beckett, kurduÄŸu bu imge dünyasını ya da, bugünün deyiÅŸiyle bu “simulatif dünya”yı en ince ayrıntısına kadar planlamış, kurgulamış, bestelemiÅŸtir.  Kimi eylemleri ayırarak, yalıtarak, yalın bir imgesel dünya yaratma yoluna gitmiÅŸtir. Öykü olmadığı gibi herhangi bir anlam ya da amaç da yoktur. Sahne üzerinde alışkanlıkla aynı eylemleri sürdüren ya da sözleriyle eylemleri bütünleÅŸmeyen figürler, modern sonrası dünyanın bir görünümüdür. Bugünün dünyasından bir örnek verecek olursak; iki kutuplu dünyanın sona ermesinden itibaren dünya üzerinde “global büyük politika”nın dışında politika üretebilmek imkansız hale gelmiÅŸtir. Oysa ki birçok ülkede partiler kurulmakta, seçimler yapılmakta ve insanlar oy vermektedir. Tıpkı Beckett’in figürleri gibi. Anlamsız, amaçsız eylemler yinelenmekte ve bunlar gerçeklik gibi algılanmaktadır. Anlamsız bir yürüyüÅŸ, umarsız bir bekleyiÅŸ, amaçsız eylemler bütünü bunların hepsi Beckett’in oyun dünyasında içinde var ettiÄŸi ve yaÅŸadığımız çaÄŸda insanların farklı görünümlerle tekrarladığı eylemlerdir.

            Martin Esslin, Beckett’in Waiting for Godot’yu yazarken Simone Weil’in bir kitabının adından Attende de Dieu’den (Tanrıyı Beklerken) etkilenmiÅŸ olabileceÄŸini söyler. Eric BentleyE göre ise Godot’nun esin kaynağı Balzac’ın Mercadet oyunundaki Godeau karakteridir. Her ikisinde de “tanrı”ya bir gönderme vardır. Böylesi bir dünyada tanrı da yoktur artık. Ve “tanrı” beklenmekte ama gelmemektedir. Bunlara bir ek de ben yapmak istiyorum. Clifford Odets Waiting for Lefty oyununu 1935 yılında yazdı. “Lefty”nin “Left” sözcüÄŸünden ve Godot’nun “God” sözcüÄŸünden üretiliÅŸ mantığı ve baÅŸlıklardaki kalıp aynıdır. Lefty grev kararı almaya çalışan iÅŸçilerin bekledikleri sendika lideridir,  sonradan öldürüldüÄŸü öÄŸrenilir; gelemeyecektir. GelemeyiÅŸi büyük bir eylemin itkisi olur. Oysa ki Waiting for Godot’da beklenen ve gelmeyen Godot’nun gelmeyiÅŸi eylemsizliÄŸin ve amaçsızlığın kanıtlanışıdır. Sadece bir “Godot” imgesi üzerinden bile 1935’te yazılmış, Odets’in umutlu oyununa ya da dünyanın algılanabilir, çözümlenebilir olduÄŸu fikrinin ölümünü 1955 yılında ilan etmiÅŸtir. 1917’de Sovyet devrimi ile baÅŸlayan insanlığın “sosyalist” umudunun uygulamaları da 1989 yılında hatalarla, yanlışlarla ve hayal kırıklıklarıyla ölmüÅŸtür. Bu anlamda da Beckett’in bir kahin olduÄŸunu söyleyebiliriz.

            Beckett’in tüm oyunlarında zorba, ÅŸiddet uygulayan bir dünyanın ve hayatın maÄŸdurlarıdır gördüklerimiz. Gerek varoluÅŸun gerekse hayatın ızdırabını yaÅŸayan ve buna karşı anlamsız ve amaçsız eylemler zincirini gerçekleÅŸtiren figürler bilinçsizdirler. Daha doÄŸrusu onların eylemleri ve gerçeklikleri bilincin reddidir. Dolayısıyla rasyonel algının bir reddidir. Beckett,  Godot ile ilgili bir sohbetinde, 1937 yılında kendisini bıçaklayan ve akciÄŸerini delen sokak serserisini iyileÅŸtikten sonra hapiste ziyarete gittiÄŸini ve kendisini niye bıçakladığını sorduÄŸunu anlatır. Adam’ın yanıtı “je ne sais pas, Monsieur” (Bilmiyorum efendim) dir. Bu adamın Beckett’in bütün oyunlarının karakterlerine bir parça benzediÄŸini ve yine bugün tanık olduÄŸumuz birçok olayın, rasyonel algı ve mantık ile çözülemeyeceÄŸini rahatlıkla söyleyebiliriz. YaÅŸadığımız dünya tıpkı Beckett’in oyun evreni gibi bir füzyon evrenidir. Bu füzyon evreninde anlam üretmek, mantık oluÅŸturmak zordur. Böylesi bir dünya, yaÅŸam ve insan tasarımını sanatsal bir “üst gerçeklik” olarak ortaya koyan Beckett yaÅŸadığı dönem içerisinde “Absürd” adıyla anılan bir geleneÄŸin baÅŸlangıç noktası olarak adlandırılmış ve tasarımı “gerçekdışı” ya da “karşı gerçekçi” olarak adlandırılmıştı. Bugünün dünyasında oyunlarına baktığımızda belki ironik olacak ama bu kahin-sanatçıyı rahatlıkla “eleÅŸtirel gerçekçi” ya da “toplumcu gerçekçi” olarak adlandırabiliriz.

​

-----------------------------------

* Romanya’nın Baia Mare kentinde, 2006 Haziran’ında, Beckett’in doÄŸumunun 100.yılı nedeniyle yapılan, “Beckett’i Ararken” baÅŸlıklı konferanslar dizisinde, bu metnin farklı bir ÅŸekli bildiri olarak sunulmuÅŸ; eÅŸliÄŸinde de ekranda Godot’yu Beklerken adlı oyunun birinci sahnesi “msn language” denilen ve kısaltmalardan oluÅŸan bir dil kullanılarak, DIDI ve GOGO takma adlarını  (nick name) taşıyan iki kiÅŸinin sohbeti (chat) olarak yansıtılmıştır.

bottom of page